20 Haziran 2020 Cumartesi

NÖRONLARIN AŞKI


"Filozof Martin Heidegger, bir insanın tek başına "var olmasından" söz etmenin zor olduğunu, çünkü normal şartlarda "dünyada var olduğumuzu" ileri sürmüştü. Heidegger bu şekilde, sizi siz yapan şeyin büyük oranda çevrenizdeki dünya olduğunu vurgulamış oluyordu aslında. Çünkü benlik, boşlukta var olmaz.(Beyin, David Eagleman, sf.126)"

"Başkalarını simüle etmek, başkalarıyla bağ kurmak, başkalarını umursamak, elimizde olan şeyler değildir; Çünkü doğuştan toplumsal yaratıklar olmak üzere donatılmışızdır.(Beyin, David Eagleman, sf.174)"

"Ne yiyeceğimizden tutunda kiminle çiftleşeceğimize karar verdiğimiz her türlü kararın gizemli bir iradeye değil de olasılıkları bir salisede hesaplayan milyonlarca nörona bağlı olduğu ortaya çıktı.(21. Yüzyıl İçin 21 Ders, Yuval Noah Harari)"

Nöron denilen beyin hücreleri, hücreler arasında bağlantı sağlayan sinapslar ve bir sürü karmaşık mekanizma ile oluşan örüntüyü gelişen teknoloji sayesinde gözlemleyebiliyoruz.

"Biyologlar organizmaların birer algoritma olduğu sonucuna vardıkları an, organik ve inorganik yaşam arasındaki duvar yıkıldı.(Homo Deus, Yuval Noah Harari, sf.358)" . Durum buyken, ilk aşık Adem ve Havva'dan bu yana günümüze kadar gelen efsane olmuş aşkları nasıl tarif edeceğiz?
Aşık olan kişi, "hür iradesiyle mi aşık olmuştur?" Yoksa "vücudunda meydana gelen birtakım hormonal değişiklikler ve nöron aktiviteleri mi buna sebep olmuştur?"

Kısacası "Aşk", bir duygu mudur? Yoksa bir olgu mudur?

Bu yazımızla biraz olsun Aşk'ı incelemeye ve bir anlam bulmaya çalışacağız.

"Anlam insanların birlikte ördüğü ortak hikayeler ağıdır."
                                                               Yuval Noah Harari

Aşık beyin ve normal beyin incelendiğinde hormonal değişimler olduğu gözlemlenmiştir. Beyin görüntüleme çalışmaları da bize, beynin bazı kısımlarında aşık olunduğunda gerçekleşen baskılanmayı göstermiştir. Aşık beyinde, muhakeme etme ve mantıklı karar vermeden sorumlu "frontal lob"un ciddi bir şekilde baskılandığı gözlemlenmiştir. Bu durumda aşk için yaptıklarımızın mantıklı olmasını beklememek gerekir.

Kişi aşık olduğunda önce haz ve keyif veren dopamin, sonra mutluluk veren seratonin, ardından da "bağımlılık"tan sorumlu oksitosin hormonu salgılanmaya başlıyor. Oksitosin hormonunu ilginç yapan aslında amacı; "insan dünyaya gelişimi tamamlamamış ebeveynine muhtaç şekilde dünya geliyor, henüz gelişimini tamamlamamış bireyin, tek ebeveyn yerine iki ebeveyni olduğunda hayatta kalma şansı daha yüksek oluyor." Burada konuştuğumuz tamamen biyolojimizin çalışma mantığı.

Aşık olduğumuzda beynin empati ile ilgili bölgesi aktif olur ve böylece aşık olduğumuz kişinin hiçbir kusuru görülmez olur. "Aşkın gözü kördür" diye boşuna söylenmemiş galiba.

Aşık olacağımız kişiyi nasıl seçiyoruz? "Özgür irademizle mi?" yoksa "Bilincimizin bile farkında olmadığı, beynimizin bir takım gizli oyunlarıyla mı?", "İlk görüşte aşk var mıdır?"

Yapılan çalışmalar insanların fiziksel görüntüden çok, duygusal çekimden etkilendiklerini gösteriyor. Yani kişi, karşısındakinin duygusal durumunu başarılı bir şekilde okuyorsa ondan çok daha fazla etkileniyor. Ayrıca birçok araştırma, bize anne ve babalarımızı hatırlatan karşı cinse gitme eğiliminde olduğumuzu göstermektedir. Hatta bazı çalışmalarda, bize kendimizi hatırlatan kişilerin daha çekici geldiğini bulmuşlardır. Bununla ilgili yapılan bir deneyde, deneklerin fotoğrafları dijital olarak değiştirilmiş ve sonrasında özneye en çekici bulduğu bir dizi fotoğraf gösterildiğinde deneklerin hepsi yüzlerinin değiştirilmiş halini seçmişlerdir.

Henüz ayrıntıları tam olarak kanıtlanamayan bir diğer araştırma ise "Feromon"ların aşkta etkili olduğudur. Feromon, karşı cinsi etkileyen bireysel koku izleridir. Burunda, bu kokusuz kimyasalı tespit eden "vomeronazal organ (VNO)" adında özel bir organ bulunur. Her birimizde VNO olmasa da kokunun anılarımızı güçlü bir özelliği vardır. Koku alma duyusu; görme, işitme, dokunma duyusundan önce gelişmiş en eski duyudur. Sizi biranda çocukluğunuza veya en mutlu /huzurlu anınıza götürebilir.

Tabiatımız gereği iletişim kurmaya ihtiyacı olan sosyal varlıklarız. Eksik olan parçalarımızı tamamlaması ve bizi tanımlaması için ihtiyaç duyduğumuz şeyin adı Aşk'ta olabilir, arkadaşlıkta, aile de.

Ve en önemlisi Judith Orloff'un da dediği gibi,
"Birisinin ne kadar akıllı veya çekici olduğu umurumda değil, enerjinizi öldürüyorsa, o sizin için uygun değildir. Gerçek kimya, entelektüel uyumdan daha fazladır. Yüzey şeylerin ötesinde, sezgiseldir."
Psikolog Gülşah Güven Ataşoğlu
Elan Vital Danışmanlık Merkezi
 0 536 562 60 88

13 Haziran 2020 Cumartesi

Hüzünlü Bulutlar, Mutlu Yağmurlar


Kişisel gelişim alanında  “kendini iyi hissetmek, mutlu olmak, olaylar karşısında sakin kalabilmek vb. durumlar üzerinde kontrol sağlayabilmek için geliştirilen bir takım teknik ve yöntemler günümüzde oldukça popüler hale geldi. Ruh sağlığı alanında eğitim alarak danışanlara terapi uygulayan klinisyenlerin yanı sıra yine bu alanda hizmet sunan kişisel gelişim uzmanları, yaşam koçları, enerji uzmanları ve sosyal medya fenomenleri var. Gelişen ve değişen teknolojik olanaklar sayesinde bir çok kişi hemen hemen her gün sosyal medyayı takip ederek konu uzmanlarından ya da fenomenlerden gündelik yaşam için pratik bilgiler edinmeye ya da popüler uygulamalara ayak uydurmaya çalışıyor. Bu uygulamalar her ne kadar belirli algoritmalar tarafından yönlendirilmiş olsa da insanların  istedikleri bilgiye hızlı ve rahat bir şekilde ulaşabilme özgürlüğünü sağlaması açısından değerlidir.Ancak bu durumun belli avantajlarının  yanında, bazı dezavantajlarının da olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Mesleğimin ilk yıllarında bu yana ebeveyn tutumları ile ilgili bir takım hatalı inanışlar ve davranışlarla karşılaşıyorum. Sosyal medyanın yaygınlaşması sonucunda  yeni bir anne – baba akımı ile karşı karşıya kalmış  bulunmaktayız. Sosyal medya üzerinden uzman olmayan bir takım kişilerin yarattığı bilgi kirliliği ile birlikte, çocuğun bireysel özellikleri dikkate alınmadan sergilenen anne baba tutumları bazı durumlarda aileyi kısır  döngü içerisine  yerleştirir. Bu tür bilgi kirliliği ile gelen ailelerin bir çoğunda değişime karşı direnç vardır. Çünkü onlar  “ çocukları için en iyisini düşünen anne babalardır ve onlar için hatalı bir şey yaptığını düşünmek o kadar korkutucudur ki bununla yüzleşmek istemezler.” Bu durum benim için olduğu kadar bir çok meslektaşım için de tatsız bir konudur.

Sosyal medyada ; Evlilik nasıl olmalı ?  İyi bir eş nasıl olunur?  Nasıl makyaj yapılır? İyi yemek nasıl olmalı?  Sofra nasıl kurulur?  vb.  o kadar çok örnek var ki … Bu  ve bunun gibi binlerce soruyu sosyal medya aracılığı ile dile getirmeye çalışan ve bu arada popüler olan çeşitli tekniklerin  kullanıldığı akımlar oluşmuştur.

Bu  akımlardan bazılarının dakikalar içinde popüler olup birkaç gün içinde yerini bir başka akıma  bırakabildiğine tanıklık  edebiliyoruz ve bir çoğumuz bu kadar hızlı değişen sanal bir  dünya ile gerçek dünya arasında ilişki kurmaya çalışırken zorlanıyoruz. Bu dengeyi kuramadığımız da ise sanal dünyada kusursuzluğu sergilemeye çalışırken gerçek hayatla bağımızı zayıflatıyoruz.

Aslında bu konuda sorun olan hızlı gelişen teknolojiden ziyade bu duruma ne şekilde uyum sağladığımızdır. İstesek de istemesek de hızla gelişen bir teknoloji çağındayız ve ileride hayatımızın bir çok alanında bu teknolojiye bağlı olarak gelişmeler yaşanacağı da aşikardır. İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında  insanlar için en önemli kazanım , gelişen ve değişen yeni durumlar karşısında uyum sağlayabilme becerisidir.Halen geçirmekte olduğumuz pandemi sürecini düşündüğümüzde çocukların eğitiminde  de uyum sağlama becerisinin kazandırılması  üzerinde çalışılması gereklidir.Uyum Sağlama süreci bir anlamda evrim kavramı ile eşdeğerdir. Bu süreç hızla gelişen ve değişen yeni durumlara uyum sağlamadır.

Fiziksel özelliklerimizin ve duygularımızın evrimsel bir tarihi vardır ; evrim , içerisinde bir mantık barındırır. Bütün duyguların bir anlamı vardır ve biz bu duyguları bilinç sayesinde hissederiz. Hiç hüzünlenmediyseniz, mutluluğun anlamı yoktur size göre. Yani bulutların hüznü olmasa , yağmur neden mutlu yağsın!..Korku yoksa hayatınız her an risk altında demektir. Belli bir düzeyde stres ya da kaygı yoksa başarı için bir şey eksiktir. Problem yaşadığımız dönemler duygularımız üzerinde kontrolümüzün zayıfladığı ya da bazı duyguların kronikleştiği dönemlerdir. Aslında her iki durumda da dengenin bozulduğunu söyleyebiliriz. İnsanların çoğu hayatlarının bir döneminde bu kontrolün zayıfladığını hissedebilir ve bu süreç destek alınarak daha kolay atlatılabilir.

Sosyal medyadaki popüler akımlardan  edindiğiniz bilgileri günlük yaşamınıza uyarlarken bireysel farklılıklarımızı göz ardı etmeyelim. Her ne kadar ortak duygu, düşünce ve değerlerimiz olsa da her bireyin kendine has özellikleri barındırdığı bir iç dünyası vardır. Kendinizi  ne kadar iyi tanırsanız kendiniz için o kadar iyi çözüm üretirsiniz ve doğru çözümler duygularınız üzerindeki denetimi arttırarak uyum sağlamanızı kolaylaştırır.

Psikolog Gülşah Güven Ataşoğlu
Elan Vital Danışmanlık Merkezi
 0 536 562 60 88

DİSLEKSİ

“Disleksili olmanın ne demek olduğunu asla anlayamayacaksınız. Bu alanda ne kadar uzun süredir çalışıyor olursanız olun, isterseniz çocuklar...